20 Mayıs 2016 Cuma

SAMUEL

   

   Yunus, İsmail'i Satı Nine'ye emanet etmesine karşın İsmail kaçırılmış ve zaman içinde tanrının varlığına inanmayan Arn ustanın yanında işgenceler yapan biri haline gelmiştir. Kitabın anlattıklarına tam zıt düşünceler ile tanrının varlığı hakkında sürekli sorular sormuştır. Yaşadıklarından yola çıkarak sık sık sorular sormuş ve özelikle Allah'ın adaletsiz olduğunu söylemiştir. İnsanların ve kendinin başına gelenlerin adaletsiz olduğunu eğer bir tanrı olsaydı bunların olmayacağını düşünen İsmail, babasından nefret ettikçe Allah'tan da uzaklaşmıştır. Çünkü babası ona "Alah'la dost ol" demiştir. Babasının dostundan da nefret etmiştir.

"O'na çok öfkeliydim. Hala O'nun var olduğuna inanmak istiyordum ama olup bitenler bunun aksini bana fısıldıyordu. Eğer var ise bütün bu olanlara nasıl ve neden tahammül ediyordu? Neden bu olanlar hep bana, benim gibi olanlara, bozkırın masum ve korumasız insaniarına oluyor da Çekikgöz'e, soğuk nefeslilere, haramilere olmuyordu? Kendisine kulluk eden, Tanrılığını tebcil ve tespihte kusur göstermeyen kullarını zelil edip de düşmanına neden güç ve iktidar veriyordu? Babamın bana anlattığı Allah'la aramızda var olduğunu düşündüğüm dostluk duyguları beni terk edip gideli çok oldu. Meğer babam"Allah'a dost olursan, Allah da sana dost olur!" diye yalan söylemiş, beni aldatmış." 

     İsmail de zaman zaman Allah'ın varlığı hakkında deliller bulmuştur. Fakat bazen korkusu bazen nefreti yüzünden sonuç yine aynı olmuştur.

"Samanyolu'ndan ötelerde bir yerde bir cennet olduğunu hayal ediyorum, oralarda bir yerde beni gözetleyen, ne yaptığımı bilen, kalbimi okuyan bir yaratıcı olması gerektiğine inanıyorum ama sonra işkence tezgahındaki çığ­ lıklar, insanlar arasındaki eşitsizlik ve adaletsizliğe saplanan dünya beni bu fikirden vazgeçiriyor"
                
            "İşkence tezgahında yatan mahkumların parçalanan kaslarındaki girift yapıyı, vücut denilen insan varlığının mükemmel tasarımını inceledikçe bir yaratıcının olması gerektiği neticesini çıkarınıyar değilim. Hele bedenlerindeki kemiklerin birleşimlerini, organların çalışma sistemini düşündükçe bir Allah'ın var olduğuna hükmediyor ve yaptığım işi bana onun takdir ettiğini sanıyorum. Sonra da O'ndan korkmaya başlıyorum. Var olduğu fikrinden de korkuyorum; yok olduğu fikrinden de ..."

    Sadece İsmail değil dergaha gitmeden önce Yunus da bu soruları kendine sormuştur. 
       "Allah'ın bu olup bitenlere neden dur demediğini hala sorguluyorum. O dur dese Sarıcaköy'de olanlar olmazdı. O dur demediği için, ben de onları layıkıyla koruyamadım."
 
      Fakat bu sorulara cevap Hacı Bektaş-ı Veli'den kesince ona gelmiştir.
"Allah'ın bütün bu olanlara neden tahammül ettiğine ve dur demediğine hiç şaşırmasın; gideceği kapıda O'na dost olmaya çalışsın, kafidir!

         Bu sorularla beraber okur da bu sorulara cevap almayı bekler hale gelmiştir. Kitap bitmeye yakın cevabı kendimizin bulması gerektiğini düşünüp cevabı bulmaya ısrar etmeyi bırakmışken başımıza gelen belaları kitap bir tokat gibi açıklamıştır.

            "Sonra bir nida duyuldu: "Elestü bi-Rabbiküm!.." yani ki, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Bu öyle bir nida idi ki cevabı herkesin hayranlığı içinde gizlenmişti; herkes bu sorunun cevabını kendiliğinden biliyordu; herkes aynı anda ve bir ağızdan "Kalu 1 dediler:" "Bela!.. Bela!.. Bela!..." Her dilde değil, tek dilde, ezel dilinde bu "bela"lar "Evet, elbette öyledir, Sen bizim Rabbimizsin!" demekti. Olumsuz sorulara verilen bir olumluluk cevabı. "Evet" anlamına gelen yığınla kelimeden biri... Buna rağmen hiçbir ruh, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna doğrudan doğruya "Evet!" demedi. Çünkü o vakit cevap, haşa ki "Evet, sen bizim rabbimiz değilsin!" olacaktı. "Bela" dedik ve karlerimize bela yazıldı. O anda anladım ki dünyada belalar le imtihan olunmamız bundandı. Benim gibi herkes de Allah'a verdiği sözü bela ile ölçecekti. Sonraki nidayı duyunca buna tamamen inandım: "Şehidna!" Yürekleri yerinden titreten bir kelimeydi bu ve ikaz ediyordu, "İşte sizi birbirinize şahit tuttuk!" Allah, güzelliğinden zerre miktarını bize bağışlamış ve karşılığında kulluk sözü almıştı. Bununla da kalmamış bizi bu sözümüzden dolayı birbirimize şahit tutmuştu. Yani herhangimiz, verdiğimiz sözü unutur veya o sözden dönersek diğerimiz ona hatırlatacak, "Aman ha! Ezel gününde, can bezminde söz vermiş, bela demiştin!" diyecekti. "İnsanoğlunun başına gelen belalar hep bu imtihan için mi Geyikli ahi?" diye gönlümden geçirdiğim sırada "Ne sanıyordun ya Şeyh Yunus!.." cevabını gözüyle verdi, ardından "Fırtına gelince hemen Allah'ı hatıriayıp da fırtına dindiği vakit unutan gemiciler gibi..." demeyi ihmal etmedi."
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder