Yunus, İsmail'i Satı Nine'ye emanet etmesine karşın İsmail kaçırılmış ve zaman içinde tanrının varlığına inanmayan Arn ustanın yanında işgenceler yapan biri haline gelmiştir. Kitabın anlattıklarına tam zıt düşünceler ile tanrının varlığı hakkında sürekli sorular sormuştır. Yaşadıklarından yola çıkarak sık sık sorular sormuş ve özelikle Allah'ın adaletsiz olduğunu söylemiştir. İnsanların ve kendinin başına gelenlerin adaletsiz olduğunu eğer bir tanrı olsaydı bunların olmayacağını düşünen İsmail, babasından nefret ettikçe Allah'tan da uzaklaşmıştır. Çünkü babası ona "Alah'la dost ol" demiştir. Babasının dostundan da nefret etmiştir.
"O'na çok öfkeliydim. Hala O'nun var olduğuna inanmak
istiyordum ama olup bitenler bunun aksini bana fısıldıyordu.
Eğer var ise bütün bu olanlara nasıl ve neden
tahammül ediyordu? Neden bu olanlar hep bana, benim
gibi olanlara, bozkırın masum ve korumasız insaniarına
oluyor da Çekikgöz'e, soğuk nefeslilere, haramilere olmuyordu?
Kendisine kulluk eden, Tanrılığını tebcil ve tespihte
kusur göstermeyen kullarını zelil edip de düşmanına
neden güç ve iktidar veriyordu? Babamın bana anlattığı
Allah'la aramızda var olduğunu düşündüğüm dostluk
duyguları beni terk edip gideli çok oldu. Meğer babam"Allah'a dost olursan, Allah da sana dost olur!" diye yalan söylemiş, beni aldatmış."
İsmail de zaman zaman Allah'ın varlığı hakkında deliller bulmuştur. Fakat bazen korkusu bazen nefreti yüzünden sonuç yine aynı olmuştur.
"Samanyolu'ndan ötelerde bir yerde bir cennet olduğunu
hayal ediyorum, oralarda bir yerde beni gözetleyen, ne
yaptığımı bilen, kalbimi okuyan bir yaratıcı olması gerektiğine
inanıyorum ama sonra işkence tezgahındaki çığ
lıklar, insanlar arasındaki eşitsizlik ve adaletsizliğe saplanan
dünya beni bu fikirden vazgeçiriyor"
"İşkence tezgahında yatan mahkumların parçalanan
kaslarındaki girift yapıyı, vücut denilen insan varlığının
mükemmel tasarımını inceledikçe bir yaratıcının olması
gerektiği neticesini çıkarınıyar değilim. Hele bedenlerindeki
kemiklerin birleşimlerini, organların çalışma sistemini
düşündükçe bir Allah'ın var olduğuna hükmediyor ve
yaptığım işi bana onun takdir ettiğini sanıyorum. Sonra
da O'ndan korkmaya başlıyorum. Var olduğu fikrinden de
korkuyorum; yok olduğu fikrinden de ..."
Sadece İsmail değil dergaha gitmeden önce Yunus da bu soruları kendine sormuştur.
"Allah'ın bu
olup bitenlere neden dur demediğini hala sorguluyorum.
O dur dese Sarıcaköy'de olanlar olmazdı. O dur demediği
için, ben de onları layıkıyla koruyamadım."
Fakat bu sorulara cevap Hacı Bektaş-ı Veli'den kesince ona gelmiştir.
"Allah'ın bütün bu olanlara neden
tahammül ettiğine ve dur demediğine hiç şaşırmasın;
gideceği kapıda O'na dost olmaya çalışsın, kafidir!"
Bu sorularla beraber okur da bu sorulara cevap almayı bekler hale gelmiştir. Kitap bitmeye yakın cevabı kendimizin bulması gerektiğini düşünüp cevabı bulmaya ısrar etmeyi bırakmışken başımıza gelen belaları kitap bir tokat gibi açıklamıştır.
"Sonra bir
nida duyuldu: "Elestü bi-Rabbiküm!.." yani ki, "Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?" Bu öyle bir nida idi ki cevabı herkesin
hayranlığı içinde gizlenmişti; herkes bu sorunun
cevabını kendiliğinden biliyordu; herkes aynı anda ve bir
ağızdan "Kalu 1 dediler:" "Bela!.. Bela!.. Bela!..." Her dilde
değil, tek dilde, ezel dilinde bu "bela"lar "Evet, elbette
öyledir, Sen bizim Rabbimizsin!" demekti. Olumsuz sorulara
verilen bir olumluluk cevabı. "Evet" anlamına gelen
yığınla kelimeden biri... Buna rağmen hiçbir ruh, "Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna doğrudan doğruya
"Evet!" demedi. Çünkü o vakit cevap, haşa ki "Evet, sen
bizim rabbimiz değilsin!" olacaktı. "Bela" dedik ve karlerimize
bela yazıldı. O anda anladım ki dünyada belalar le imtihan olunmamız bundandı. Benim gibi herkes de
Allah'a verdiği sözü bela ile ölçecekti. Sonraki nidayı duyunca
buna tamamen inandım: "Şehidna!" Yürekleri yerinden
titreten bir kelimeydi bu ve ikaz ediyordu, "İşte
sizi birbirinize şahit tuttuk!" Allah, güzelliğinden zerre
miktarını bize bağışlamış ve karşılığında kulluk sözü almıştı.
Bununla da kalmamış bizi bu sözümüzden dolayı
birbirimize şahit tutmuştu. Yani herhangimiz, verdiğimiz
sözü unutur veya o sözden dönersek diğerimiz ona hatırlatacak,
"Aman ha! Ezel gününde, can bezminde söz
vermiş, bela demiştin!" diyecekti. "İnsanoğlunun başına
gelen belalar hep bu imtihan için mi Geyikli ahi?" diye
gönlümden geçirdiğim sırada "Ne sanıyordun ya Şeyh Yunus!.."
cevabını gözüyle verdi, ardından "Fırtına gelince
hemen Allah'ı hatıriayıp da fırtına dindiği vakit unutan
gemiciler gibi..." demeyi ihmal etmedi."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder