21 Mayıs 2016 Cumartesi

BİLMEM

    Allah'a ulaşmanın yolunda en büyük sınav bana göre "Bilmem" demektir. Bildiğinin altında ezilirsin. Pek çok şeyi merak edip bilmek istesen de bilemesin. Asıl bilmen gerekeni de bilmezsin. "Bilmem" demek aslında "Ben" dememektir yani kendinden vazgeçmektir. Fakat Yunus zamanla bu zorluğun ona olan faydasını keşfetmiş ve "Bilmem" demenin huzurunu tadıp kendini bulmuştur. Bilmeyerek unutması gerekenleri unutmuştur.

Taptuk Emre bir gün Yunus Emre'ye:
" Biz ümmlyiz ve senin aklında sorular var. Soruyla dervişlik olmaz; teslimiyet gerektir; bu yüzden hiç nesnen kalmayana dek sorulardan kurtul; zahirini terk eyle, dimağını ant. Bundan böyle 'Bilmem!..' çek ve 'Bilmem!' lafzı senin virdin olsun. Ta o güne kadar ki sana 'Adın nedir?' diye sorulsa 'Bilmem!' diyesin," buyurmuştu.






" İlim ve irfan sanki iğne olup ruhuma ilmek ilmek düğümler attı. İlim ilim ilmek oldu, eşyayı ve alemi bana gösterdi. Lakin "Bilmem!" zikri bütün bunu inkar ile hala gözlerimi nefsime, kendime, içime çevirmemi gerektiriyor. Her öğrendiğim şeyden sonra "İlim kendini bilmektir!" cümlesini gönlüme telkin edip durmaya başladım. Bu yolculukta bir karar aldım, artık çevremde olup bitenleri buna göre okumaya çalışacak, bütün evreni, kendimi bilme yolunda bir kitap sayacağım. Öyle ya, kişi kendini bilmezse ya nice okumaktır?"

Yunus ile birlikte tasavvufun ne olduğunu Taptuk Emre ile diyologundan anladığımı hissettim.

 "Hadden aşılmayacağını iyi bilirim sultanım, iyi bilirim."
 "İyi mi bilirsin? Bilmeyi hala ne diye sayıklarsın Yunus; bildiğini unutınadın mı hala!.. Bildim dediğini unuttuğunu, bilmek için kendini boşalttığını zannederdim ben. Bilmemeyi bilsen, güneşi bilesin diye yıldızı tanıdığını bilirdin. Bilmek yolunda yaya mı kaldın Yunus?!. Evladım!.."

O günden sonra dağa taşa, kurda kuşa yeniden bilmezlik nazarıyla baktım. Çok zor oldu, ama bu sefer başardım. Hiç akıl yürütmedim, hiç kendi nefsime güvenmedim. Gitgide bilmezliğin ne huzurlu bir dünya olduğunu anlamaya başladım. Bildiğimin kesin olmadığını o vakit öğrendim ve bildiğime de -yalan olmayacak hallerde- bilmem demenin tezzetini tattım. Çok geçmeden bilmezlik halinin bendeki beni götürmüş, benlikten arındırmış, ruhumu yı­ kamış, derviş ile Rab arasındaki en kalıri perdeyi, beni ve benliği ortadan kaldırmış, yalnızca bilinmesi gerekeni bildirmiş olduğunu anladım. Allah'ın varlığı yanında kulun, sevgilinin varlığına nispet sevenin bir varlığı veya bilgisi olamayacağını idrak ettim. Tapduk yolunda dervişe lazım olan, benlikten sıyrılmak, belki "bensiz ben" mertebesine erip her şeyini efendisine ait bilmekti. Asıl bilinmesi gerekenin Allah olduğunu kavradım. Hakikat bilgisi karşısında benim bildiğimin yalnızca bir vehim, var zannettiğiminse yalnızca bir hayal olduğunu keşfettim. Bu sayede kendimden vazgeçmiş, kendimi unutmuş, kendimi kaybetmiş idim. Bunun bir merhale olduğunu ise çok daha sonra keşfettim ve güneşe bakınca yıldızımı görebileceğimden şüphe duymayarak yaşamaya başladım. Yıldızımı güneş ile değişmemiş, bilakis güneşin cezbesinde yıldızımdan ışık almıştım. Muhtemelen Mecnun da Leyla'dan Mevla'ya yükselirken böyle olmuştu.




"Kimisi bilmem der, bilir; kimisi bilir bilmezlenir. Kimisi bilmediğini bilmez, bilirim der; kimisi bildiğini bilmiyor zanneder. Bilmemeyi bilmekle bildiğini bilmernek aynı değildir. Kurtulanlar, bilmediğini bilenlerle bildiğini bilmeyenlerdir.




KENDİNE YÜRÜMEK

    Yunus artık benlikten arınmıştı böylece kendine yürümeye başlamıştı.
"Çaresiz boynumu büktüm, içime döndüm, kendime yöneldim. Sanki bende değildim de bir suretim vardı, bırkarndan içeri yürürdü. Dağlar mekanıındı ya, suretimi de beraberimde götürürdüm. Değil mi ki yolum uzaktı, menzilim çoktu, geçidi yoktu; suretimle yoldaşlık ederdim ... Böyle böyle çok yürüdüm, bende benden içeri yürüdüm. Durmadan yürüdüm, dinlenmeden yürü düm ..."

 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder